28 Ağustos 2013 Çarşamba

Zeynep...

Zeynep by Erkan Oğur on Grooveshark

Aramızda iki sandalye boşluk vardı.
Çekingen, kaçamak bakışlarını yakaladım ama yüzünde beklediğim mahcubiyet yerine afacan bir hınzırlık görünce şaşırdım, acaba hayatımın aşkı olabilir miydi yoksa karar vermek için çok mu erkendi?

Usulca, ürkütmeden, hissettirmeden yaklaştık birbirimize.
"Yaşın kaç?" dedi
Dedim "27..."
Hiç tepki vermedi, çok garibime gitti.

Lavaboya giderken önümü kesti, dizlerimin bağı çözüldü, yığıldım dizlerimin üstüne.
Elini beline koyup bir şeyler bağırdı.
Kalbimin çarpıntısının kulaklarıma vurduğu uğultusu yüzünden duyamadım ama "Öl burda, bu dakka! Cesedini ciğnemek istiyorum!" deseydi neşterle kalbimi kendim keser verirdim.

Yerimize geçtik film başladı.
Pür dikkat 300 kişi, azami sessizlikle, Yavuz Çetini aynı ayda kaybetmiş olmamıza rağmen adını sanını bilmedikleri öldü sanılan bi zibidinin belgeselini "kültür kültür kütür kütür kültür" diye diye izleyip daha da bi kültür mantarına bağlıyorlardı.

Biramı açtım, sigaramı yaktım.
İlk duman ağzımdan süzülüp burnumdan vücuda dönüş yaptı, tıpkı nazlı ve işveli bir kadın gibi.
Film sarmadı ve kolumda bir sıcaklık hissettim.
Baktım, O!
Eğildim Ona doğru ama anlamadım dediklerini.
Bira kokum tiksindirmesin diye ciğerlerini iki nane şekeri attım ağzıma.
Gördü ve "Alabilir miyim?" dedi.
Kutuyu boşalttım avuçlarına.
Hiçbişey olmamış gibi döndü gitti, içimde saçma bir hüzün-huşu karışımıyla bırakırken beni ardında.

My Woman by Gülce Duru & Can Gox on Grooveshark

Perdeye bakıyordum ama hayalimi izliyordum.
Daldım düşüncelerime. Gelmiş, geçmiş, gelecek, an gelip geçti gözlerimden sanki 20 yıl sürdü ama fotosentez yapan insanlar evreninde 5 dakika bile dolmamıştı.
Derken usulca bir dokunma, bir ürperti hissettim kolumda gene.
Gene O!
Kulağımı yaklaştırmamı işaret ediyordu hiç konuşmadan.
Kalbim küt küt eğildim, neler söyleyebileceği ihtimalleriyle heyecandan dolup taşarken.
....
...
..
.
O an Romeo ve Julieti ezberden okusa, destanları ve bütün güzel sözleri bir nefeste sıralasa bu kadar sarsılmazdım.
.....
....
...
..
.
Kulağımın boynumla birleştiği, benim için çok değerli olmayan ve kendilerine bunu bildikleri için minnettar olduğum hiç kimselerin bilmediği o pürüzsü, ben kokan, yumuşak noktaya iki ıslak dudak bir serçeyi öldürmemeye çalışırmışçasına büyük bir özenle ve en sadece en büyük aşıkların verebileceklerine inandığım yoğun duygu dolu bir buse kondu. Öpücük demek hakaret olur gibime geldi.
.....
....
...
..
.
Nefesim gerçek manada kesildi ve kalbim krize girmemek için beni bayıltmaya çalışıyordu fakat bu kadar değerli bir anı belki hayatım boyunca yaşayamayacağımı ve belki de insanların büyük çoğunluğunun hiç bunu veya benzerlerini yaşa(ya)madan göçüp gittikleri gerçekliği beni ayık tutan adrenalini yatıştıran seratonini salgılattı. Ah minel hormonlar... iyi ki varsınız genellikle.

Kafamı topladım, bakışlarımı gözlerine sabitledim, ılık nefesini yüzümde hissettim...
Gözlerinin içi gülüyor minik dudakları tebessüm ediyordu... ben böyle güzel yüz görmemiştim, hiçbir Ankara gecesinde, Ay'ın ve Yıldızların altında...

Hınzırca iç gıcıklayarak kıkırdayıp kaçtı yerine, sanki çok ayıp ve gizili bir işi 300 kişinin arasında, gözleri önünde örtülü ve gizlice yapıyormuşuzcasına...

Bu mutlaka Azrail olmalıydı.
Yıllardır içtiğim alkol, kullandığım sigara ve biraz uyuşturucu üstüne sağlıklandırmaya çalıştığım dağınık hayat tarzım en sonunda kalbime dayanmıştı ve kalbim buna dayanamıyordu.
Duyduğum çarpıntılar da büyük ihtimalle krizin işaretleriydi ama Azrail umduğumdan çok çok daha güzel, zarif, ironik bir biçimde hayat doluydu.

Tahminlerimden sadece birisi doğru çıkmıştı:
Ölesiye korkutucuydu ki ağzımı açıp bir kelime bile sarfedemiyordum.
....
...
..
.
Mantığımı inancıma üstün kıldırmaya yeltenip kalbimi tutmamaya özen göstererek ayaklarımı lavaboya sürüdüm.

Yüzümü yıkadım, derin derin nefes alıp verdim.

Aynada kendime baktım ve "İşte senin de sonun bu!" dedim "Seni bu lanet lavaboda götünden bokun akmış cenin pozisyonunda kalbini tutarak ölmüş olarak bulacaklar... bu çok iyi!"

Yüzümü silip son takatimle bedenimi bara sürükledim.
300 kişi kültür izliyor, kültür soluyor, kültürden orgazm geçiriyordu ve azrail ağır ama emin adımlarla bana yaklaşıyordu fakat ben bunu içkimden ilk yudumu alana kadar farkedemeyecektim...

Ölüm döşeğindekilerin sürekli ağızlarının kuruduğunu biliyodum, bu yüzden pamukla su veriliyordu ya zaten...
Kibirim bu hale düşmeme engel olacaktı elbet!
Kendi son yudumumu kendim alacaktım! Yolluğumla birlikte son yolculuğuma tek başıma çıkacaktım... hem belki biraz sakinleştirip cesaret bile verirdi...
.....
....
...
..
.
Küçükken okuduğum kitaplardan, dinlediğim sözlerden aklıma şöyle bişey geldi "...size bedenlerinizi biz verdik. Onlara en iyi bakmak sizin vazifenizdir ve şüphesiz ki ahir gün gelip çattığında sizleri ilk yarattığımız gibi toprak ve çamurdan tek ve eksiksiz olarak yine biz dirilteceğiz..."

Artık bunca yıl kalbime, ciğerlerime ettiğim işkenceler mi içimi cız ettirdi yoksa daha küçüç ve pragmatist düşünüp de "O kadar uykudan sonra geceden kalma olmayalım kanka!" mı dedim kendi kendime bilemiyorum ama alkol değil de kahve sipariş ettim: "Bir espresso, double!" Öleceksem en klas ben ölecektim. Hayat bir oyun, bir gösteriyse ve ben sahnedeysem, ışıklar o an benim üzerimdeyse, bu sahne benim mologumsa öyle bir oynayacaktım ki izleyen her melek, şeytan ve cin insan olup ölebilmek için tanrının kapısını aşındıracaktı. Bu sahneye 27 yıl önce girişim sakin-sessiz olmamıştı çıkışım da bundan geri kalmayacaktı. Gittiğim yerde önceden karmaşa yaratıp ünlü olmanın dayanılmaz çekiciliği ise sadece bu işin cabasıydı ;)
....
...
..
.
Gelmesin diye o an dünyadaki en dindar insan olduğum adımları duyum önce.
Ağır ağır, ama acımasız bir neşeye sahip, usulca ve emin....
Sonunda t-shirtim çekiştirildi.... Aman Allahım! Ölmek istemiyordum bu yaşanamayası dünyada! Çok ironikti, yaşamayanlar ölebilemezlerdi ki, di mi? Ama ölüm tam anlamıyla ensemdeydi.

Ağır, vakur ve gururlu bir jestle döndüm 1000 yıl boyunca.
Karşımdaydı, hazırdı, gülüyordu, avından zevk alan bir avcının mutluluğu okunuyodu gözlerinden...
"Otur..." dedim "yanıma!"
"Yalvarırım otur! Gitmeden önce bişeyler içelim bari! Yol çok uzun, hayat çok tatlı son tadı bu kahve aroması kalmasın mı?"
Binlerce şükür ki ikiletmedi.
Oturdu yavaşça.
Kutsal bir varlığa alkol teklif edemezdim ama bütün dünya tatlarını da bir anda alıp insafa gelmesini de arzuluyordum. Sonunda bardaki hatuna sipariş verdim:

"Bir karışık meyve suyu buraya, lütfen (ağır olun yavaş gelsin diyemedim)!"

O pipetten meyve suyunu içerken sanki benim damarlarımdan kanımı emiyordu.

Bir süre oyalamayı başardım.
Konuştum, anlattım, dinledim....
Film bitene kadar ertelemeyi başarabilmiştim ama artık ışıklar yanmıştı ve gidiciydim, bu kesindi artık!
Tek tesellim muhteşem ölümüme sadece melekler, şeytanlar vs. değil artık 300 kişi daha tanık olabileceklerdi. Kim bilir belki o anda bir toplu intiharın fitilini ateşleyip diğer tarafa kafile olarak omuzlarda bile gidebilirdim!? Hala kendi götümün derdindeydim her insanın son noktasında olduğuna inandığım gibi...
.....
....
...
..
.
Sonunda ayrılık vakti gelmişti, 300 kişinin önündeydim, ışıklar üzerimdeydi...
Herkes er geç gidecekti ama lanet olsun, lanet lanet lanet binlerce lanetler olsun ki
BEN DE Mİ LAAAAAN! BEN DE Mİ!!!!!!

Ve buna tek tepki sessiz bir: "Evet, sen de. Hem de bu gün bu saatte burada özellikle." idi.

Takatim tükendi, dizlerimin bağı çözülürken kuyruğu dik tutmak için son çırpınış olarak, sanki bilerek, isteyerek, planlayarak hatta pratik yapmışçasına ağırca diz çöktüm önüne ama tabi ki bu bir kabullenmenin boyun eğişiydi...

Son sorularımın hep daha derin olacağına inanmıştım, ah minel kibir... ama olay şöyle tezahür etti;

Ben: "Senin adın ne (ey Azrail, gerçeğini soruyorum!)?"
O:    "Zeynep (gülümsemeyle birlikte)"
B:    "Yaşın kaç? (kaç yıldır bu dünyadan can hasat edip götürürsün bilmediğim kıyılara? anlamıyla)

Her kadının söylediği o masum yalanın perdesi arkasından gözleri parlayarak
"(parmaklarıyle 2 göstererek) Üç!" dedi...
.....
...
..
.
Aslında tam tamına 6 yaşındaydı!
Başka bir deyişle: 11.352.960.000 milisaniyeden fazladır bu dünyadaymış!

Ve cevabının sonunda vakit gelmişçesine kolları şeklindeki orağını kaldır ve göz açıp kapayamadan bana sarıldı... ve...
...
ve...
..
ve ben... (lanet olsun!)
.
VE BEN ÖLDÜM! LANET OLSUNDU AMA ÖLDÜM! O ANA KADAR HİÇ YAŞAMAMIŞTIM AMA İŞTE O ANDA ÖLDÜM LAN! ÖTESİ BERİSİ YOKTU A.Q.!

.....
...
..
.

Çok kadın tanıdığımı düşündüm, hiç kadın tanıyamamış olmaktan hep ödüm koparcasına korktum, kadınlar bana dokunsunlar, öpsünler, sarılsınlar diye ne paralar, diller, göz yaşları, çirkeflikler, piçlikler, gizli anılar döktüm çirkince ama.... ama.... 

Ama işte bu karşılıksız, saf, katıksız, çıkarsız, yalın, içten, duygu dolu, sıcak, huzur veren siktiğimin kucağı benim 27 yılımın boşluğunu, ezikliğini, çaresizliğini, güçsüzlüğünü yüzüme bir tokat gibi öyle bir çarpmıştı ki bi daha ne zaman toparlanabileceğimi ya da toparlanmak isteyip istemediğimi hala bilmiyorum....

ve ben öldüm.... her son bir başlangıç, her başlangıç yeni bir kuşkuydu, umuttu ya... tanrı benim ya zamanımın gelmediğini düşündüğünden ya da cennetini de cehennemini de ve arasındaki herşeyi pisleteceğimi düşündü ki öldüğüm an kaldığım noktadan bedenime geri koydu.... Eeee herşeye kadirdi ne de olsa, sırf yapabildiği için yapmış bile olabilirdi... bilmiyorum, umursamıyorum....

Ben dün bu olaydan sonra bi kere daha doğdum....

Şimdilik şaşkınlıktan izini kaybettim Zeynebin ama aramak çok da eğlenceli olacak... 

Son gün buluşmak üzere, seni çok sevdim be Zeynep, ama asla senin beni o an sevdiğin kadar sevebilemediğim için çok da özür dilerim...



--------------------------------------O-------------------------------O--------------------------------------------

Not: Bu olaylar esnasında öğrendim ki Zeynep Azraille gerçekten tanışmış doğarken. 
Hayata tutunmuş, asılmış, koparmış, almış ve haketmiş.
Bütün organları normal insanlara göre ters yönlerdeymiş.
Ama yaşadığı hiçbir zorluğu hissetirmeyebilecek kadar vakurmuş.
Sevdiği çocuğun adı Diyasmış ve kendisi bi yabancıymış.
Arkadaşlarını, oyuncaklarını ve köpeğini en çok seviyomuş.
Ve "büyüyünce ne olmak istiyosun?" sorusuna şöyle cevap veriyormuş:

"Annem gibi!"


......
....
...
..
.
~SON~


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder