Bugün...
Ben bugün çok üzgünüm...
İlkokula yeni başlayan çocuğun tattığı ama anlamlandıramadığı üzüntü gibi...
100 yıllık bir çınar gibi yıkılmaz gördüğü, ömrünün ilk aşkı babasını toprağa son kez uğurlayan bir kızınki gibi...
Bana bu zamana kadar çok arabesk geldiği için kendimle hiç özdeşleştiremediğim "sevip de kavuşamayanlar"ın yaşadığı kahır gibi...
Ben bugün çok üzgünüm...
Yıllar boyu "Bana aşık değilsin!" dedi kız...
"Aşk dediğin nedir ki?" dedi oğlan...
Aşık Veysel daha bu ikisi doğmadan usulca cevap vermişti zaten:
"Seversin, kavuşamazsın, aşk olur..."
"Aşk olsun!" derdi kız her gücendiğinde...
Bi şeyi de 40 kere söylersen olur demiş eskiler...
Bugün ben çok üzgünüm...
İşte kızın istediği oldu... Bugün "AŞK" oldu... ve ikisi de bundan hiç mi hiç memnun olmadılar...
"Leyla aslında hiç güzel değilmiş. Mecnuna sormuşlar:
"Bunca sıkıntı bunun için miydi?" diye...
"Hayır!" demiş Mecnun...
"Gönlümdeki Leyla içindi!"
Oğlan kendine küsmüştü, kendinden bezmişti, kızı hala deliler gibi seviyordu da...
Dünyadaki herşey sevgiyle halledilebilseydi 60'ların sonlarında herşeyin çiçek çocuklar tarafından da halledilebileceğini düşünüyordu...
Kız ay parçası gibiydi, oğlan zıpkın...
Amma ve lakin...
Kız annesi gibi, oğlan babası gibiydi oğlanın...
Anne ve baba 15 yıl önce ayrılmışlardı... aynı değil ama temelinde aynı sıkıntılardan...
Dağılmış tam dört yaşam vardı artık...
Evet! İlk ayrılan anne-baba bunlar değildi ve ilk çaresiz kalan çocuklar da oğlanla ağabeyi de değillerdi, kuvvetle muhtemel ve tecrübeyle sabit olarak çok büyük ihtimalle sonuncular da olmayacaklardı...
Ve fakat... İstatistiklerdeki sayılar olmaktan ziyade... bu hali de yaşamayana anlatmaya çalışmak, 3 boyutlu bir evrendeki herhangi bir ortalama adama 4. boyutu anlatmak kadar anlamsızdı... Günler gecelerce, örnekler ve anekdotlarla, benzetmeler ve gerçeklerle anlatmaya çalışsan bile..... bir ömür yetmezdi...
Oğlan arabesk değildi ama ne kadar çok sevdiği için bıraktığını da anlatamıyordu... Çünkü düzen ne yazık ki böyleydi... "Yaşanmadan anlaşılmaz"dı... ve oğlan kızın kendisini asla ama asla anlamasını istemiyordu...
Yıllar boyu oğlan kızdan "büyümesini" istedi...
Olayları daha olgunca değerlendirmesini, kendisini birazcık rahat bırakmasını, kendisine kendisiyle ilgili hedefler koymasını ve bunları gerçekleştirmek için hırs yapmasını istedi... O zaman belki aynı telden anlarlardı... ne Hitler ne Mussolini ne de Saddam... bu yıllar boyunca dünyadaki en kötü aslında bu oğlan idi...
Kız'ın kendine özel bir dünyası vardı... Belki de bulutların pamuk helvalardan, çiçeklerin şekerlerden, ağaçların çikolatalardan yapıldığı bir dünyası... Sokaktaki, araba park etmesin/kaldırıma çıkamsın diye konulan, her mantarın üzerinden hopladıkça, büyüklüğüne göre, 10-20-50 puan kazandığı bir dünyası... Gidip bakkaldan iki sakız istese alamazdı belki bu puanlarla... Ama sakızı vermeyen bakkal bu puanların değerini bilse... Dükkanı kıza büsbütün verse bile az gelirdi...
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
N'oldu? Bundan önceki yazılarımı okudun da "Bi am vermedi diye kzı şutlamış" gibi çiğ bi yorum mu yapıyosun?... Yazıları anlamamışsın demek ki cancağzım... Ben mahallenizin efendi, entellektüel ve empatik öküzüyüm... Sitenin adresine bi bak anlarsın felsemi küçük koç...
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Oğlan mantığıyla hareket etti... Kız kalbinin gözüyle...
Oğlan gördüğü filmi bir daha izlemek istemedi... Hem kız için hem kendisi için... Kız anlamak istemedi...
Oğlan bunca yıl sonra kıza söyleyebileceği hiç bir mantıklı argüman bırakmadı... Zaten aşk da mantık işi değildi... Bu yüzden aşkın bi şansı da yoktu bu anlamsız ama mantık dolu eylem karşısında... Sonuçta "hangi güvercin atlamış(tı) ki çatıdan ya da hangi balık denize... hesap yapıp akıllıca?"... Aşk da böyle bişeydi herhalde... hesaba kitaba gelmezdi...
Orhan Veli demişti... "İki gönül bir olunca samanlık seyran olurdu da..... iki çıplak da ancak bir hamama yakışırdı...."....
Oğlan anlayamadı ama hamam da aslında güzel bir yerdi...
Sonra?....
Sonra son vedalarını ettiler... sonra birbirlerinden son temennilerini dilediler... dostça kucaklaştılar... Oğlan bütün yaşadıkları geceleri, kızın tenini, seviştikten sonra sırtında kalan damlacıkları, huzurlu bir şekilde uykuya dalışını, gece korktuğunda öksüz bir kedi yavrusu gibi kendisine sokulmalarını, saçma şeylere gülebilmelerini, aptalca şeylerden kavga edebilmelerini (ki kavga da aslında bir iletişim biçimiydi...), yağmurlarda ıslanmalarını, aynı yatakta hapşurarak yatmalarını, gecelerin körleri acil servislere taşınmalarını, kızın yalnızlığını ve çaresiliğini ve bunlara benzer tonlarca düşünceyi bir göz kırpma süresinde hatırladı... Tonlarcaydı, çünkü nefesi kesilmiş, akciğerleri inip kalkamıyorlardı ağırlıktan ötürü...
Kız da muhtemelen benzer ve daha detaylı şeyleri hatırladı... Çünkü kız böyleydi hep... Detayları, anları, sözleri hep ama istisnasız hep daha iyi hatırlardı....
Oğlanın üzerinde tonlar varsa kızın üzerinde belki de dünyalar vardı...
Ama sonunda boynuz kulağı geçmişti ve kız oğlandan daha artık daha olgun, daha mağrur, daha daha büyüktü...
Ardında oğlanın eşyalarını koyduğu iki poşeti bıraktı, başını dikleştirdi, göğsünü çıkardı ve bir muharebeden daha mağlup çıksa da bütün bir savaşı kazanmış bir komutan edasıyla sürüdü ayaklarını, uzaklaştı kalabalığa, yitip gitti renkleri büyük ihtimalle...
Büyük ihtimalle... çünkü bu olgun, bu bilgili, bu ammına koduuumun hayatının sözümona çemberinden geçmek bi yana sanki ağzına bile sıçmış olan oğlan arkasından bakacak kudreti bulamadı küçücük, gelişememiş yüreğinde...
Sanki... Sanki o an, tam da o an... Kızın gözlerinden elmaslardan değerli yaşlar istemsizce süzülüp oğlanın gözleri dolarken zaman dursa ve gökten bir melek; sanki evden kovulmuş, aşkı bulduğunu sanıp tam sarılırken kıçına bir tekme atılmış zavallı bir hayat kadını gibi; gökten düşseydi Kuğulu Park'ın ortasına ve aralıksız yedi gün yedi gece ağlasaydı... Gözleri kanasayd ağlamaktan ve etraftaki bütün taşlar hüzünlerinden çatlasalardı.... işte ancak o zaman belki de bu acı hissedilebilirdi...
Oğlan önlerindeki banka tünemiş, ne para kazanacak ne de hatun kaldıracak kadar sesleri çıkamayan ve eğlenmedikleri de her türlü gerginliklerinden belli olup da hala ne demeye şarkı söylemeye çalıştıklarına akıl sır erdiremediği ergen grubunun ironik şarkısına kilitlendi...
"...senden önce senden sonra... daha kaç vücut gerek bana? benim seni unutmama?..."
Toplasan bir sinek osuruğunun ses şiddetine paralel bu minicik ses oğlanın kalbine bir ağırlık aklında bir fikir düşürdü...
Bi yandan poşetleri arabasına taşırken yorgun adımlarla, öte yandan telefon defterini karıştırıp derdini geçiştirecek bir dost arıyordu...
İlk beş telefonuna ya yanıt alamadı ya da arkadaşları çok uzaktalardı... mesafe olarak... ya da herneyse...
Sonunda benzer yolların dolambaçlarından sıyrılmış bir ağabeyine rastladı...
Buluştular, konuştular, mekanlara akıştılar...
Eski arkadaşlarına rastlaştılar, muhabbetler muhabbetleri açtı... Oğlan kısa bir süreliğine uyuşturulmuşçasına herşeyleri unuttu...
Gece ilerlerken abisi ayrılmak zorunda kaldı, oğlan sığınacak başka bir liman aradı... Eve dönüp duvarlarla güreşmek zor geliyordu...
Hemen bi iki eski arkadaş bulundu, yanlarına akıldı...
Kafa dağıtıldı sanki çok topluymuşçasına, alkole vuruldu bir ümit, sanki sarhoş olabilecekmişçesine...
Mekandaki kızlar süzüldü... Hepsi üç aşağı beş yukarı aynı durumlardı ama oğlanın suçu durumunun farkında olmaktı... Cehalet mutluluktu ama oğlan ne yazık ki cahil değildi...
Bu fasıl da kapandı... Evlere dağılmak üzere arabalara yürünürken oğlan bi kaç kez daha çaresizce çırpındı... Fayda etmeyince telefonuna sarıldı... Ümidi kesince usulca arabasına bindi, dünyaya, kendine, yaşadıklarına ve sapkın farkındalığına lanetler okuyarak...
Hafif alkollü olduğundan arka sokaklardan gitmeyi akıl karı buldu... Vurdu sessiz, soğuk, boş ve loş Ankara sokaklarına, eve doğru....
Bu sırada kzın olgunlukta geldiği noktayı hatırlayıp düşünmeye başladı...
Eskiden olsa bağrışmalar, kavgalar, kapıları çarpmalar, bardakları kırmalar, dayak yeme pahasına kapıların önlerine can siperane barikatlar kurmalar, ağlamalar, sızlamalar olurdu.... Anlayacağınız üzere kız bütün enerjisiyle oğlanı, ilişkisini, sevgisini korumak için kendini oğlanın önüne atardı...
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Gurursuzluk mu?.... Gerçekten sevmemişsin be kardeşim... Sana kara sevdalar dilerim, bir de büyük lokma yiyip büyük laf etmemeler...
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Bu sefer bu olmadı... Aynı bankta rastlantısal olarak karşılaşan iki yabancı sakinliğinde konuşmuş ve sessizce ayrılmışlardı.... O kadar sessizce ki çiçekçi karanfil satmaya yeltendi ve görmediğim bir diyardaki bilmediğim bir ormanın en derin yerinde devrilen bir ağaç bile daha çok ses çıkarmıştır, eminim!
Bu düşünceleri akarken zihninde, oğlan farketti ki düşünmeden, alışkanlıktan mı yoksa refleksten ötürü mü bilinmez kendini kızın evinin yakınlarında buldu...
Şans bu ya... civarındaki ve yolunun üzerindeki tek tekel de bu sokakta bulunuyordu...
"Açık mı acaba? İki yolluk bi sigara alsam" dedi ama arka planda " Evine bi baksam ya. Ben bu haldeysem o kahrından sızmıştır da ışığı açık kalmıştır..." diye güşünüyordu...
Aslında gene de her şeye rağmen yapardı da... ama kız bu civarlarda başka bir sokağa taşınmıştı ve oğlan hiç bu eve gitmemişti...
Yani kız aslında oğlanın bilmediği bir sokakta, görmediği bir evde, soğuk duygularıyla çevrelenmiş bir halde, yalnız, ürkek ve incinmiş bir halde duruyor, yatıyor, ağlıyor, sızmış veya sarhoş olmuştu...
Belki de tek arkadaşının yanındaydı ama oğlan nedense bu duruma pek de ihtimal veremiyordu çünkü kız, oğlan bildi bileli, incinmişken kendini saklamakta ustaydı...
Oğlan yolluğunu aldı, zoraki U dönüşünü yaptı ve evine döndü...
Poşetleri yukarı çıkardı... Yatağın üzerine saçtı... saçtı ki "acaba, küçük de olsa bir ihtimal arasından bir kısa, iki satır, bir damla gözyaşlı bir not çıkarmıydı?"...
Kız bütün maddi sıkıntılarına rağmen oğlana her doğum gününde küçük bir hediye alırdı... Oğlanın bütün aksine ısrarlarına rağmen...
Oğlan bu hediyelerin hepsini unuturdu çünkü onun asıl hediyesi hediyelerinin üzerine iliştirilmiş, özenle aranıp bulunup seçilmiş küçük kartçıklara yazılmış 2 satır notlardı... Hediyeler kim bilir neredeydi ama notlar hep oğlanın hiç kullanmadığı mantar panosuna, ilelebet dursun, her baktığında ne kadar sevildiğini, ne kadar saf, temiz ve arzu edilip de bulunması bir o kadar imkansız bir şeye sahip olduğunu hatırlatsınlar diye iğnelenirdi...
Not yoktu.... Kızın iade ettiği kitabında, oyun kartı kutusunda, bir kağıda veya karta iliştirilmiş, elbiselerinin arasına gizlenmiş, ceplere saklanmış.... yoktu işte... Olsa olsa en çok Scrabble kutusu içindeki üzerinde isimlerinin yazılı olduğu puan pusulası ve bu pusulanın oynandığı günün buruk, mayhoş, kekremsi hatırası vardı...
Oğlan tam hüsrana kapılacaktı ki... kokular bir kez daha en vurucu darbelerini gerçekleştirdiler....
Oğlanın bütün kıyafetleri yıkanmış, özenle ütülenmiş, titizlikle katlanmış bir şekilde yatağın üzerine saçılıydılar... Öyle ki sadece oğlanın, yerde görsen "aaa ucu delinmiş" diyip atacağın, çorabı bile sadece kızın katlayabileceği şekilde katlanmıştı ki bu bile bu kadar yılın acısının toplandığı sanki bir kalemi açtığınızda oluşan en sivri noktası gibi kişinin kalbini delmeye yeterliydi...
Ama çocuğu vuran asıl şey tabi ki koku oldu.... O kokuyordu, yıllar kokuyordu, anılar, hüzünler, sevinçler, yaşanmış ve yaşanamayacak her şey kokuyordu...
Sonra mı?.....
Sonra kız büyük ihtimale ağlamaktan içi çıkmış bir ihtimalle gecenin dördü sularında kabuslara sızdı, uykusunda bile sabah çapaklarının nereden geldiğini bilemeyeceği göz yaşları ağladı...
Oğlan... Oğlan'ın boğazında her şarkıda, her anıda, her satırda birşeyler düğümlenerek işte bu satırları yazdı....
Ortada fiziksel bir ölüm yoktu ama "Ölüm Allahın emri(ydi), ayrılık olmasaydı...."
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Darladıysam darılmayın e mi?....
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder